“Türkiye’yi dinliyorum gözlerim kapalı…
Hafiften bir rüzgar esiyor
Yavaş yavaş sallanıyor
Yapraklar ağaçlarda”…..
…Orhan Veli üstadın şiirindeki “İstanbul’u” kelimesini “Türkiye’yi” diye değiştirdim. Bildiğiniz gibi, aslı; “İstanbul’u dinliyorum gözlerim kapalı”…
Ama o kadar uydu ki benim ruh halime, yazmadan edemedim.
Sahi neler oluyor benim güzel ülkemde???
………………………….
Bu soruyu birçok vatandaş soruyor son günlerde. Adeta olan biteni anlamalarını sağlayacak bir ipucu elde etmeye çalışıyorlar.
Kimden medet umuyorlar??
Ondan, bundan, şundan, yazılı ve görsel basından, oy verdikleri siyasi parti liderlerinden, yaşını başını almış, tecrübeli, görmüş geçirmiş ekonomistlerin yazı veya konuşmalarından….
Oysa, kimse neler olacağını tam olarak bilemiyor.
…………………………
“Tarih tekerrürden ibarettir” deyişini bilmeyeniniz yoktur.
Bizim halkımızın en çok sevdiği lider tipi; “en çok dış borç alan” liderlerdir.
Bu Adnan Menderes ile başlamış, Demirel ile devam etmiş, Özal ile ciddi rakamlara ve en son da Erdoğan ile zirveye ulaşmıştır.
Peki bir ülke, neden dışarıdan borç alır?
Öyle ya, ayağını yorganına göre uzatmak, elde edebildiğin milli hasıla ile mutlu mesut yaşamak, yarın öbür gün o alacaklının ağız kokusunu çekmemek, olası bir ödeme aksamasında yaptırımlara maruz kalmamak, hepsinin ötesinde bu borcu faiziyle birlikte ödenmek üzere gelecek nesillere miras bırakmamak, onların yaşam standartlarını düşürmemek…
Varken….
Niye dışarıdan borç alır ki başa gelen liderler???
……………………………
Bu sorunun birçok cevabı vardır şüphesiz. Dış borç almanın zaruri olduğu extrem durumlar yok mudur?? Vardır elbet, onları bir kenara koymak icap eder.
Ama inanın en başta gelen neden SİYASİ’dir!!..
Çünkü, eğer kendi yağınızla kavrulmayı seçerseniz, bir sonraki seçimde paçayı muhalefete kaptırma ihtimaliniz her daim çok yüksektir. O halde ne yapmalı daha uzun süre iktidarda kalabilmek için??
Var tabii bunun kolay bir yolu; alırsınız dışarıdan borç para, dağıtırsınız halka!!!.. Yani seçmenlere; yani bir dahaki seçimde oyuna talip olacaklarınıza.
Ohhhh, keyifler keka!!..
Başlar ülkede suni bir refah!!..
Bu paranın ve bu refahın yarın öbürgün bir bedeli olacağı bilgisine ve uzak görüşüne sahip “Çok duyarlı pek az insan” dışında hemen herkesin hoşuna gider bu.
Halk bu, su misali en kolay yöne akar. Hoşuna gider elde ettiği yaşam standardı. Çok kısa sürede de buna alışır ve süratle çalışkanlık, emek, ter dökerek kazanmak gibi hasletler erozyona uğrayıp yerini emeksiz, zahmetsiz, içine bol tatil ve boş zaman yaratmaya adanmış bir yaşam şekline evrilme başlar.
Bir örnek vereyim; gelişmiş ülkelerde emeklilik hakkı minimum 25, bazılarında 30 ve üzeri çalışma yılı ve en az 60 yaş ve üzeri bireylere tanınırken ben henüz 40’lı yaşlarında ve 10-15 yıl prim ödemiş milyonların emekli edildiğini gördüm yaşadığım süre zarfında.
Bu normalde olacak iş de değil, o kişinin hakkı da değildir. Çalışan nüfusun ödediği primler bu kadar insana ödenecek maaşları karşılar mı??? Karşılamaz.
Eee, ne yapılacak??? Dışarıdan alınan borçla bütçe tutturulacak.
Öyle de oldu zaten 10 yıllardan beri.
Emekli politikamız ve yarattığı açığın dış borçla finansmanı verilebilecek örneklerden sadece biri, daha bir sürü var.
En kötüsü de, girilen bu yolun; bir ulusun karşılaşabileceği en korkunç felaketlerden biri olmasıdır.
Amerika, başına buyruk hareketlerinden rahatsız olduğu Arjantin’e külliyetli miktarda para vererek yukarıda bahsettiğimize benzer dönüşümleri tetiklemiş ve böylelikle bugünkü “hasta” Arjantin ekonomisini oluşturarak ülkeyi cezalandırmıştır.
………………………
Haaa, bakın son paragrafta ne dedik; “Amerika Arjantin’e bol para verdi” !!!…
Bunların o kadar bol paraları vardır ki; bazen sizin istemenize bile gerek kalmaz, onlar o suni refahın yaratılması ve ekonominizin, üretiminizin kan kaybetmesi, hatta ve hatta –abartmıyorum- halkınızın tembelleşmesi ve rahata alışması için o parayı –siz istemeseniz dahi- ülkeye sokar ve sizi sınarlar.
………………………………
İşte dostlar, biz bu sınavı maalesef geçemedik, hatta “0” çektik!!..
Bugünlerde yaşadıklarımız, düşen geçim hadleri, yetmeyen maaşlar, abuk subuk fiyatlar..
Beşiktaş’ta bir daire parasının Cote D’Azur’da bir malikane alması..
Hepsi bu gavurun ülkemize giren parasının marifetleri.
Hani bu para halka dağıldı dedik ya, eşit dağılmadı tabii, bazı insanlar daha az, -maalesef- hazır kazanca müsait, kurnaz bir kesim ise daha fazla nasiplendi.
Şimdi bunun sancılarını çekiyoruz.
Adaleti tekrar sağlama ve kamu imkanlarını –eşit- dağıtmada ciddi güçlükler yaşandığını görüyor ve izliyoruz.
Peki durum çaresiz mi?
Değil elbette. Tarih tekerrürdür demiştik ya, biz bunun bir benzerini yaşadık 1923’te. Yüzyılın dahisi bir lider çıktı karşımıza, sine-i millete döndük ve başarılı olduk.
Tekrar oluruz evelallah!!..Enseyi karartmayalım.