Ben çok iyi bilirim Belediye Başkanının ya da Kaymakamın kapısında saatlerce beklemeyi. Çünkü o zamanlar Gürses gazetesindeki çömezlik yıllarımdan bilirim, bir keresinde Belediye Başkanı Ahmet İNCEOĞLU’ydu bende gazeteye haber yapmak için Başkana gitmiştim. Görevli bayan bana Başkanın misafirleri olduğunu söyleyerek az-biraz beklememi söyleyince bende bir kenara ilişiverdim. (oturdum)
Aradan yarım saat geçti, bir saat geçti ben hala bekliyorum, olmadı iki saat geçti ben hala Başkanın kapısında pinekliyorum. (bekliyorum) Taaa ki gazete sahibi İsmet abim Belediyeye gelene kadar. (cep telefonu yok) ne oldu? Diye sorunca bende “Başkanın misafiri varmış” dedim. İsmet abim celallenerek ;
“Kaç saat oldu, nasıl misafirmiş bunlar.?” Deyip görevli bayana (Suna abla) çıkışınca kadıncağız bir defa daha Başkanın odasına girdi ancak çıkışı şu sözlerle oldu ;
“Efendim maalesef Başkan öteki kapıdan çıkıp gitmiş…!” deyince ben kurt politikacı İNCEOĞLU tarafından işletildiğimi anlamakta fazla zorluk çekmedim. Şimdi lafı nereye getirmek istediğime gelince Salı günü Kaymakamımız Kemal YILDIZ Beyi makamında ziyarete gidiyoruz, yine görevli bayan Kaymakam Beye geldiğimizi söylüyor adam bizi kapıda ayakta buyrun ediyor. Nezaket, saygı, misafirperverlik, samimiyet hepsi bir arada.
Hani bir hikaye vardır bilirsiniz adam çocuğuna sık sık
“Sen ADAM olamazsın.”
Dermiş ve o çocuk bir gün Kaymakam olmuş ve memurlarına ;
“Çağırın bakalım o babamı ADAM olur muyum olmaz mıyım görsün.” Demiş ya işte o mesele Kaymakam olmak bir şey ADAM olmak başka bir şey. Kapısında insan ya da misafirlerini bekletmekten haz duyan cümle aleme buradan duyurulur. Kim duydu ki…
*** *** ***
Efendim önümüz bayram, gerçi kıyaslamak gibi olmasın ama bayramların neşesi de tarihe gömüldü maalesef. Yahu adamlar yedi kişi ortak kurban alımı ve kesimine giriyorlar kurbanın derisini bile hesap ediyorlar var mı böyle bir şey yahu. Yok o hayvandan az et çıkarmış, yok ön butlarını ben alacam, kuyruğunu komşuya veririz, boynuzlarını kapıya asarız falan filan. Komşu komşuya bırakın kurban eti vermesini aynı apartmandakiler bayramlaşmaya bile gerek duymayıp ziyaret etmiyorlar siz ne diyorsunuz.
Hele gene bugünün gençlerine ne demeli, ellerinde cep telefonu annesinin, anneannesinin, dedesinin, teyzesinin ellerini öpeceğine onlara şükran edeceklerine mesaj çekerek bayramı geçiştiriyorlar. Biz eskiden ellerimizde poşetlerle kapı kapı gezerek şeker toplardık, harçlık alırdık, uzaklardaki yakınlarımıza PTT’den aldığımız tebrik kartlarına bayram mesajlarını yazar postalardık. Şimdiki gençlerin ne bayram traşı telaşı var, ne anasına babasına bir bayram hediyesi alma merakı var. Parayı kapan topukluyor manitasının yanına yalan mı…
*** *** ***
Yahu bu yazıyı yazarken aklıma nereden estiyse Gezi olayları geldi, yetmedi Uzunköprü’deki ayakkabı kutuları geldi, Taksim’deki olaylarda yaşamını yitiren o genç geldi, HIRSIZ kelimesi geldi. Daha çok şeyler geldi geçti, düşündüm güldüm, üzüldüm, kızdım, sinirlendim, sevindim. Bütün karışık duyguları bir kerede kafamdan ve hafızamdan silip atamadım. Evet ne diyorduk, neyden bahsediyorduk BAYRAMDAN değil mi.?
Peki şimdi bu bayramda İstanbul’da, İzmir’de, Ankara’da yaşanan ve bizim buraya da sıçrayan bu olaylara balıklama atlayan siyasiler bayramda nasıl bir araya gelecek. Bir araya gelseler bile birbirlerine karşı samimi olabilecekler mi.? Hayır. Çünkü samimiyetin gelmesi için olayları tasvip edenler, destekleyenler, ateşi körükleyenler, şiddete başvuranların başlarının eğik olması gerekir.
Zira buranın bir İstanbul, bir İzmir ve Ankara olmadığını burasının küçücük bir kasaba olduğunu her gün yüz yüze bakacağımızı defalarca buraya yazdık değil mi…