“Allah’ın mescitlerini ancak Allah’a ve âhiret gününe inanan, namazını kılan, zekâtını veren ve yalnız Allah’tan korkup çekinen kimseler imar edebilirler. İşte bunların doğru yolu bulanlardan olmaları umulur.” Tevbe Süresi :18
Ülkemizde her yıl Ekim ayının ilk haftası, camiler haftası olarak kutlanmaktadır. Ne zamandır camilerin toplum hayatındaki yeri ve önemini anlatmayı düşünüyordum. Kısmet bugüne imiş. Bizim inancımıza göre yer yüzü Müslümanlara mescittir. İbadetimizi temiz olan her yerde yapabiliriz. Ancak Kuran-ı Kerimde açıklandığı gibi yer yüzünde ibadet amacı ile kurulan ilk ev kabedir. “İnsanlar için yeryüzünde kurulan ilk ev, Mekke’de bulunan mübarek ve alemler için hidayet kaynağı olan Kabe’dir.” (Âl-i İmran, 3/96) buyurulur.
İnsanlık tarihinde gönderilen birçok peygamber kavimlerine namazı, ibadeti emretmiştir. Namazın geçmiş ümmetlere de emredildiği hususu bizzat Kur’an-ı Kerîm’de ifade edilmektedir. Meselâ, bir âyeti kerimede Hz. İbrahim (as)’in devamlı namaz kıldığı ve neslinin de namaza devam etmelerini istediği şöyle haber verilir: “Yâ Rabbi, beni ve benim neslimden olanları namaz da devamlı kıl. Ey Rabbimiz, duamı kabul buyur.” (İbrahim, 14/40) Hz. Musa (as) da namazla emrolunmuştu. Mâide Sûresinin 12. âyeti kerimesinde İsrailoğullanndan namaz kılmaları hususunda kesin söz alındığı ifade edilir.Hz. Şuayb (as) da çok namaz kılardı. Hatta bu sebeple kendisine hakaret edilmek istenmişti. Bu da Kur’an-ı Kerîm’de şöyle beyan buyurulur: “Onlar dediler ki: ‘Ey Şuayb, atalarımızın taptıklarını terk edip mallarımız hakkında dilediğimizi yapmaktan vazgeçmemizi sana namazın mı emrediyor?” (Hûd, 11/87) Yine Kur’an-ı Kerîm’de Hz. İshak ve Yakub’un, Hz. Zekeriya’nın, Hz. İsa’nın (aleyhimüsselam) namaz kıldıkları bildirilmektedir. Demek ki ibadet emri yaradan tarafından ilk insandan beri emrediliştir. İbadet emredildiğine göre ibadet edilecek yerler gerekmektedir. Böylece ibadethaneler inşa edilmiştir.
Peygamber Efendimiz zamanında camiler sadece ibadet edilen mekân olmaktan daha ileri işler icra ediyordu. İslâm tarihinde bir dönüm noktası olan Resul-i Ekrem’in Mekke’den Medine’ye hicretinden sonra gerçekleştirilen ilk faaliyetlerden biri Mescit-i Nebevî’nin (Mescid-i Nebî) inşasıdır. Bizzat Hz. Peygamber tarafından yaptırılan iki mescitten biri olan (diğeri Kubâ), Mescid-i Nebevî onun Medine’deki bütün faaliyetlerinin merkezinde yer almış ve fonksiyonları bakımından sonraki dönemde kurulan camilere örnek teşkil etmiştir. Mescid-i Nebevî’nin adı Kur’ân-ı Kerîm’de doğrudan geçmemekle birlikte “ilk günden takva üzerine kurulan mescidi” ifadesiyle (et-Tevbe 9/108) Mescid-i Nebevî veya Mescid-i Kubâ’nın kastedildiği rivayet edilmektedir (Müsned, III, 91; Müslim, “Ḥac”, 514; Belâzürî, Fütûh, s. 4; Taberî, Câmiʿu’l-beyân, XI, 26-28). İbn Kesîr, Mescid-i Nebevî’nin âyette sözü edilen sıfata daha lâyık olduğunu belirtir (el-Bidâye, III, 218).
İslâm âlimlerinin çoğuna göre Mescid-i Nebevî fazilet bakımından Mescid-i Harâm’dan sonra gelir. İmam Mâlik başta olmak üzere bazı âlimlere göre ise Resûlullah buraya defnedildiğinden Mescid-i Nebevî daha faziletlidir (Nevevî, IX, 163, 164). Mekke’deki Mescid-i Harâm gibi Mescid-i Nebevî ve Kudüs’teki Mescid-i Aksâ için de Harem-i şerif tabiri kullanılır. [1]
Peygamberimiz zamanında mescidin bir bölümünün eğitim öğretim amacı için kullanıldığını biliyoruz. Özellikle ashabı-ı suffa denilen bu öğrencilerden ileriki yıllarda çok büyük komutan vali gibi önemli devlet yöneticileri yetişmiştir.
Camiler aynı zamanda İslam Medeniyetinin; etrafında şekillendiği mekanlardır. Şehir planlamasında merkeze cami konularak şehirler kasabalar oluşturulmuştur. Örneğin içinde yaşadığımız kasabanın ilk kuruluşu merkeze Muradiye Camii alınarak kurulmuştur. Bugün aynı zamanda yaygın eğitim kurumu olarak faaliyet göstermektedirler. Mutlaka yılda bir, haftada bir veya günde beş defa camiye giderek bu ulvi mekanlar ile irtibatımızı koparmayız.
Camilerimiz yaşadığımız toprakların tapularıdır. Nitekim bağımsızlık savaşı sonunda Edirne’mizi barış görüşmelerinde yunana vermek istediklerinde dünyaya Selimiye Camiini izah edemeyiz deyip sınırı Edirne’mizden başlatırlar.
Camiler Kâbe’nin şubeleri yerine geçmektedir. Tevhidin birliğin sembolüdür. Camilerde aynı safta omuz omuza eşit şekilde köylü ile şehirli siyah ile beyaz durmaktadır. Bu birlikteliği bilen İslam düşmanları ellerine fırsat geçince özellikle savaşlarda camilere saldırmakta yıkmakta yerle bir etmektedir. Yüzlerce yıl ezanların okunduğu tarihi camilerin yapıldığı bugünkü Yunanistan’ı gezerseniz azınlık bölgeleri hariç hepsinin ya yıkıldığını ya da tamamının kiliseye çevrildiğini görürsünüz.
Aslında bu satırları yazdığım sırada eli kanlı terörist devlet İsrail Gazze’de sivilleri bombalarken parçalanmış bebeklerin hastaneye taşındığını görürken tonlarca bombalarla camiler tarihi mekanlar yok edilirken içim kan ağlıyor. Ancak camide safta bir araya gelen Müslümanların cami dışında param parça, bölük bölük olmasında cesaret alan emperyalistler bu şenaatlerini işlemektedir. Ekim ayının içinde bulunduğumuz ve devletimizin 100.yılını kutlamaya hazırlandığımız bu zamanda yüz yıl öncesini hatırlar isek bizleri de böyle katletmişlerdi. Çanakkale’yi, Balkan Savaşlarını, Kurtuluş Savaşını hatırlamak bile yeterli, isimler değişir ama zalimlikler başka adlar altında varlığını devam ettirir maalesef. Gelde tam burada Mehmet AKİF ERSOY’u hatırlamada dur.
……………………………….
Ah o yirminci asır yok mu, o mahlûk-i asîl,
Ne kadar gözdesi mevcûd ise, hakkıyle sefîl,
Kustu Mehmedciğin aylarca durup karşısına;
Döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına.
Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz…
Medeniyyet denilen kahbe, hakikat, yüzsüz.
Sonra mel’undaki tahrîbe müvekkel esbâb,
Öyle müdhiş ki: Eder her biri bir mülkü harâb. ……………………………………………..
M.Akif ERSOY
Özcan GÜNER
13/10/2023 Cuma
Uzunköprü
[1] NEBİ BOZKURT, MUSTAFA SABRİ KÜÇÜKAŞCI Diyanet İslam Ansiklopedisi Mescid-i Nebevi