Eskilerin güzel bir sözü vardır. “Eskiye rağbet olsa bit pazarına nur yağarmış.” Dostlar eskiler güzel söylemiş, ancak her eski kötü, her yeni mutlak manada güzeldir, anlamı çıkarılmamalıdır. Yıllar önce Ayasofya camiini ziyaret etmiş ziyaretimde ikinci katta cam boyunda bir plaket ve üzerindeki yazı dikkatimi çekmişti. Yazıda İsveç’e ait en eski bir bilgi içerdiğini, İsveçli bir askerin Ayasofya’yı kilise olarak kullanıldığı dönemde nöbet tuttuğunu bildiren bir tabela idi. Demek ki adamlar kendi tarihlerine kültür ve medeniyetlerine geçmişine sahip çıkıyorlar.
Halbuki bizim öyle bir kültür ve tarih birikimimiz var ki 300- 400 yıldır içten ve dıştan bu birikimi yağma ede ede bir türlü bitiremediler. Gün geldi koca koca tarihi eserleri yurtdışına kaçırdılar. El yazması kitaplarımız Avrupalının birçok kütüphanesinde bulunmaktadır. Geçenlerde bir dostumun pdf olarak hediye ettiği Fuzuli Divanının aslının Kanada Toronto Üniversitesinde olduğunu görünce içim cız etti. Gün geçmiyor ki Kültür Bakanlığımız bize ait çalınan eserleri geri getirmesin. Karun hazineleri gibi en değerli eserlerimiz, en nihayet yurtdışından geri getirilmiştir.
Geçenlerde yine mesai bitimi evin yolunu tutmuş iken mahallenin din görevlisi arkadaşımız seslendi. Hocamla yaptığımız hasbihalden sonra çöpe atılmış 2 adet kitabı göstererek hocam bir bakalım bunlar nedir? deyince içim cız etti. Hani mahallede çöplükte öşünen horoz var ya, çöplükte bir inci buluyor. Kıymetini bilmiyor. İnciyi bir avuç buğdaya değiştiriyor. Bunun misali kitapları inceleyince çöpe atılmış inci misali değerleri bilinmeyen iki eser. Tabii ki çöpe atıldığına içim kan ağladı. Artık baskısı yapılmayan 2 önemli kitabı çöpten kurtardığımız için de sevindim.
Birinci eserimiz ilim dünyasında celaleyn tefsiri olarak bilinen hakkında yüksek lisans tezleri yapılan ve günümüzde Türkçeye de çevrilen nefis bir Kur’an- ı Kerim tefsiridir. Celaleyn tefsiri hakkında yüksek lisans tezi hazırlayan Abdurrahman Altıntaş bakın nasıl bilgi vermektedir. “Celâleyn Tefsiri, h.791/m.1389 yılında Mısır’da doğan, h.864/m.1459 yılında Kahire’de vefat eden Celâlüddîn Mahallî ve h.849/m.1445’te Kahire’de doğan, h.911/m.1505 tarihinde yine Kahire’de vefat etmiş olan Celâlüddîn Süyûtî tarafından oluşturulmuş bir tefsirdir. Celâleyn Tefsiri kısa ve kolay anlaşılır ibarelerinden dolayı medrese, lise, üniversite ve değişik öğretim kurumları ile bireysel çalışmalarda ‘Celâleyn Tefsiri’ kadar okunan, okutulan, itina gösterilen bir tefsir hemen hemen yok gibidir. Tek başına basıldığı gibi Mushaf kenarlarında ve şerhleriyle beraber basılan nüshaları da mevcuttur. Meşhur müfessir Muhammed Abduh’un Ezher’de tefsir derslerini bu tefsirden verdiği ilim çevrelerince bilinmektedir. Celâlüddîn Mahallî, Celâleyn Tefsiri ’ne Kehf sûresinin başından Nas süresinin sonuna kadar olan kısmı tefsir etmiştir. Daha sonra Fâtiha süresinin tefsirine başlamıştır. Ömrü yetmediğinden bundan sonra olan kısmı tamamlayamamıştır. Mahallî’nin ardından gelen öğrencisi Süyûtî, tefsirin geri kalan kısmını tamamlamıştır. Süyûtî tefsire Bakara süresinden sonra başlamış ve İsrâ sûresinin sonuna kadar olan kısmı tefsir ederek hocasının başlattığı Kur’an’ı Kerim tefsirini tamamlamıştır. Celâlüddîn Mahallî’nin tefsir ettiği kısmın sonuna tefsire ilave olması için Fâtiha sûresinin tefsirini koymuştur. Müfessirlerimiz ne Kehf sûresinin başında ne de Fâtiha sûresinin başında besmele hakkında herhangi bir yorumda bulunmazlar. Süyûtî de aynı yolu takip ederek kendi tefsir ettiği kısımda besmele hakkında herhangi bir yorumda bulunmaz. Mahallî, kendisinin tefsir ettiği kısımda veciz ifadeler kullanarak tefsirini güzel bir üslupla oluşturmuş, çok fazla özen göstermiştir. Süyûtî de usûl ve metot yönünden hocası Mahallî’ye tabi olmuş, tefsiri genişletme, hocasından ayrı bir üslup takip etme yoluna gitmemiştir. Çünkü o, Celâlüddîn Mahallî’nin üslubuyla tefsiri tamamlamak istemiştir. Bu durumu mukaddimesinde ifade eder. İsrâ sûresinin sonunda kendisinin tefsiri tamamladığı gün sayısını belirtir ki, bu da kırk gündür.”[1]
İkinci kitabımızda Hanifi Mezhebinin önemli hukuk kitaplarından “Merakul Felah “adlı eserdir. Bu eserimizde Ebü’l-İhlâs Hasen b. Ammâr b. Alî eş-Şürünbülâlî el-Vefâî el-Mısrî (ö. 1069/1659) adlı alime aittir. Bu muazzam eser Ebu Hanife’nin Nurul İzah adlı eserinin açıklamasını ihtiva etmektedir.
Dostlar kıymetli hemşerilerim evlerinizde okunmayan Arapça veya Osmanlı Türkçesiyle yazılmış eserler olabilir. Bunlar önemli eserler olabilirler. Zira bizim toplumumuzda kitabın ayrı bir yeri vardı. Kahvehaneler daha önceleri kıraathane idi. Yani okuma salonları idi. Eskiden ilim tahsili yapmamış insanlarımızın evlerinde bile mutlaka Yazıcı kardeşlerin Ahmediye ve Muhammediyye’si vardı. Mızraklı ilmihal mutlaka her evde vardı. Ayrıca Hz. Ali’nin Cenk Hikayeleri, Köroğlu Destanı gibi birçok kitap televizyonların olmadığı dönemde evlerde okunan eserlerdi.
Zamanla toplumumuz büyük bir değişime uğradı. Bu vesileyle adı geçen kitaplar yavaş yavaş evlerden ayrılmak zorunda kaldı. Zira okuyabileni kalmadı. Eğer evlerinizde dededen kalma bu tür eserler varsa öncelikle İlçe Milli Eğitim Müdürlüğümüze teslim edebilirsiniz. Ya da Edirne’mizde bulunan İlahiyat Fakültemizde bu eserleriniz değerlendirilebilir. Ama asla tarihimizin kültürümüzün inancımızın bir parçası olan kitaplarımızı çöpe atmayalım. Zira şair Necip Fazıl kısa kürek ne güzel ifade etmiş. –Destan adlı şiirinden-
Durun kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak!
Haykırsam, kollarımı makas gibi açarak:
Durun, durun, bir dünya iniyor tepemizden,
Çatırtılar geliyor karanlık kubbemizden,
Çekiyor tebeşirle yekûn hattını afet;
Alevler içinde ev, üst katında ziyafet!
Durum diye bir lâf var, buyurunuz size durum;
Necip Fazıl KISAKÜREK
Kalın sağlıcakla Allaha emanet olunuz.
[1] CELALEYN TEFSİRİ VE METODU YÜKSEK LİSANS TEZİ Abdurrahman ALTUNTAŞ Ankara- 2004